Aslî madde

Aslî madde veya amorf madde; insan idraki ve tasavvuru dışında kalan, ancak teorik olarak kabul edilebilen ve görünürde “yokluk” ifade eden; henüz herhangi bir tesir (Tesirler) altında kalmamış ve şekil almamış olan; kendisinde hiçbir ‘hareket’ eseri bulunmayacak şekilde, her türlü tesirden uzak bulunan; bu “mutlak ve tam hareketsizlik” mahiyetinden dolayı “şekil, hâl ve tezahür” göstermeyen; kendisi hareketsiz, şekilsiz ve tesirsiz olmakla ve kendi kendine harekete geçememekle birlikte, dışarıdan gelebilecek herhangi bir tesirle harekete geçebilen; kâinatın, yani ‘madde kâinatı’mızın âtıl, amorf ve pasif halde bekleyen esasî veya aslî cevheridir, mayasıdır ve kısaca, ‘madde’nin ‘inkişaf’a başlamamış ilk hâlidir. (13, 7, 15, 14, 191, 18, 11) Her kâinatın (Kâinatlar) karakteri, o kâinat bütününün anası ya da mayası olan esasî cevheriyle (Kâinat cevheri) belirlenir ki, bizim kâinatımızın esasî veya aslî cevheri; mahiyeti, “mutlak hareketsizlik” ve “şekilsizlik”le nitelenen aslî maddedir. (7, 11, 18)

Aslî maddenin amorşuğu (şekilsizliği) ve hareketsizliği

Herhangi bir maddenin her türlü tesirden uzak (azade) bir hâlinin olduğunu varsayalım! (7) Bu maddenin hiçbir şekle, hiçbir hale sahip olmayacağını kabul etmemiz gerekir. (7) İşte insan idraki ve tasavvuru dışında kalan, bütün hâl ve şekillerinden uzak, böyle bir maddeye “amorf madde” veya “aslî madde” denir. (7)

Dolayısıyla amorf madde için şunlar söylenebilir:

• Amorf maddede hiçbir hareket eseri yoktur.(7) O, maddenin mutlak ve tam bir hareketsizlik hâlidir. (7)

• Maddelerde görünen bütün özellik ve nitelikler ancak onlardaki hareketlerin tezahürlerinden ibaret olduğuna göre, “mutlak hareketsizlik hâli” anlamına gelen amorf maddenin ne şekli, ne özelliği, ne de nitelikleri sözkonusu olamaz (Yani özellik ve nitelikler, ancak hareketle şekil alındığında oluştuğuna göre, ancak şekil almış bulunanlara mahsus olan “özellik ve nitelikler”, doğal olarak, hareketsiz ve dolayısıyla şekilsiz olan amorf maddede bulunmaz). (7)

• Bu durumdaki bir hâlin idrak edilmesi mümkün olamayacağından, amorf madde mevcut olmakla beraber, insanlar için “yok” gibidir. (7)

• “Mutlak hareketsizlik” mahiyetinden dolayı, kendi kendine hiçbir hareket, hiçbir kıpırdanış yapamayacağı için, amorf ya da aslî maddenin, dışarıdan tesir gelmeden, kendiliğinden harekete geçmesi ve maddedeki hareketlerin birer sonucu olan “şekil, hâl ve tezahürler”i göstermesi imkânsızdır. (7)

Amorf maddeden uzaklaştıkça karmaşık hale geliş

Bu bilgilerden anlaşılacağı gibi, insanların madde diye anladıkları, nitelendirdikleri, değerlendirdikleri şeyler, dışarıdan gelen tesirlerin “madde bünyesi”ndeki imkânlarla ortaya çıkardıkları çeşitli hareketlerin tezahürleri olup, amorf maddenin bizzat kendisi değildir. (8)

Dolayısıyla maddeler en basit hareketlere sahip ilkel hâllerinden, en kompleks hareketlerle nitelenen yüksek durumlarına kadar sayısız inkişaf derecelerinde çeşitli kıymetler gösterirler. (8) Şu hâlde, ‘en basit madde’ demek, ilk hareketlerle amorf maddeden ayrılarak ilk şeklini almış bir madde hâli demektir. (8) Buna karşılık yüksek, ‘kompleks madde’ demek ise sayısız, çeşitli hareket kombinezonları ve tarzlarıyla karmaşık durum ve şekiller almış madde hâli demektir. (8)

Dolayısıyla bir maddenin inceliği veya kalınlığı, onun inkişaf durumunu, yani amorf maddeye uzaklık veya yakınlık derecesini göstermez. (8) Örneğin, suyun buhar, su ve buz hâlleri, aralarında incelik ve kabalık farkları göstermekle birlikte, her üçü de amorf maddeye uzaklıkları aynı derecede olan ve aynı komplekslik kademesinde bulunan su maddesinden başka bir şey değildirler. (9) Kompleks madde

Âlem aslî maddesi

Kâinatın ilk madde hâlinden astronomik âlemimize doğru yürünen madde inkişafı yolunda, insanlar için anlaşılması mümkün olmayan karanlık bir saha (amorf saha) vardır. (10) Bu saha kaba, dağınık, amorf bir madde bütününden ibarettir. (10) Bu kaba ortamda, teşekkül etmiş (şekillenmiş, oluşmuş) madde formasyonları yoktur. (10)

Kâinatta her âlemin kendisine mahsus bir özelliği vardır ve bu özellikler ruhların tekâmül ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır. (11) İşte aslî madde veya madde cevheri denilen şey, kâinattaki tüm ‘âlemler’in, yani kâinat bütününün ana maddesini, mayasını oluşturan, “mutlak hareketsizlik” (aslî maddenin ya da mahiyetinin birinci özelliği veya niteliği) ve şekilsizlikle nitelenen, amorf bir madde hâlidir. (11) Bu cevher ilk harekete geçtiği andan itibaren, gittikçe kompleksleşerek, birbirine oranla daha yüksek karakter değişmeleri gösteren safhalar meydana getirir. (11) Bu madde safhalarına, madde kâinatını dolduran ve birbirine nazaran değişik özellikler gösteren âlemlerin birer çekirdeğ i veya aslî maddesi denir. (11) Âlem aslî maddesi. Çünkü birbirinden daha inkişaf etmiş tezahürlere ortam olan bu âlemlerin aslî maddeleri (âlemlerin çekirdekleri), ancak kendi âlemlerine mahsus hareket ve şekilleri meydana getirebilme kabiliyetindedirler. (11) İşte her âlemin ilk maddesi veya atomu, kâinat aslî cevherinin (Kâinat cevheri) ilk hâlinden kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüşünde, varmış olduğu menzillerden biridir ki, bu menzillerin her biri kendi âleminin karakterini “bünye”sinde taşır. (11) İlk hidrojen atomu, Hidrojen âlemi

Herhangi bir âlemin aslî maddesi, o âlemin “ilk madde”sidir. (12) O ilk maddede, o âleme mahsus bütün hâl ve şekillerin özü mevcuttur. (12) Bu hâl ve şekilleri meydana getiren unsur da ‘hareket’tir. (12) Hareketlerin mahiyet ve karakterleri ise her âlemin kendi özelliklerini doğuracak tarzda değişiktir. (12) Yani her âleme mahsus ayrı bir hareket tarzı vardır. (12) Dolayısıyla bir âlemin ilk aslî maddesi olan çekirdeği veya en ilkel atomu; o âlemin hareketlerini henüz tezahür ettirmediğinden, o âlem için hareketsiz ve amorf durumda bulunur. (12, 10, 54, 44, 45) Bu ilk atomlar, ilk hareketleri göstermek, çeşitlendirmek, arttırmak ve hızlandırmak suretiyle o âleme mahsus bütün hâl ve şekilleri yavaş yavaş meydana getirirler. (12)

Maddelerin, yukarıdan aşağıya indikçe hareketten hareketsizliğe, faaliyetten atalete doğru yürümelerinin de- ğişmez bir kural hâlinde görünmesi de, bu hakikatin bilimsel gözlemini oluşturur. (12) Bütün hâl değiştirmeler, bütün şekil almalar (formasyonlar) ve şekil değiştirmeler (transformasyonlar) ancak hareketlerle ve hareketlerin çeşitlenmeleriyle mümkün olur. (13) Dolayısıyla âlemimizin henüz hiçbir hareketini göstermeyen aslî maddesinin de Dünya’mıza mahsus hiçbir hâl ve şeklinin hemen hemen mevcut olmaması gerekir. (13, 40) Bu yüzden ona, “âlemimizin amorf maddesi” denir. (13) Şu hâlde aslî madde, dünyasal idrakle ancak teorik olarak düşünülüp kabul edilebilen ve görünürde “yokluk” ifade eden bir realitedir ki, bu realitenin, Dünya’mıza mahsus çeşitli formlarını alabilmesi için, bir sürü inkişaf kademesinden geçmiş ve Dünya küresine (gezegenine) ait bir sürü değer kazanmış olması gerekir. (13)

Aslî maddenin, daha doğrusu mahiyetinin üç özellik veya niteliği

Âtıl ve hareketsiz olduğu hâlde, yani âlemimizin hareketlerinden yoksun bulunduğu hâlde aslî maddenin sonradan sayısız hareketle şekiller alarak birtakım inkişaf safhaları geçirmesi ve diğer iki özelliği bir örnekle şöyle açıklanabilir: (13)

Bir masanın üzerinde hareketsiz olarak duran bir kalem, “bünye”sinde sayısız ‘hareket kompleksleri’ni taşımakla beraber, odadaki kaba maddelere ve görüş ölçülerimize oranla herhangi bir hareketten yoksun bulunmakta, yani kımıldamamaktadır. (13-14) Fakat bu kalemi parmağımızla biraz itersek, yerinden oynar ve ileriye doğru kayar, yani hareket eder. (14) Bu gözlem, dışarıdan gelen bir tesirle maddenin nasıl harekete geçmekte olduğunu gösterir. (14) Eğer burada “tesir” makamında (konumunda) bulunan parmağımız kalemi itmeseydi o, bu hareketi kendi kendine yapmayacaktı. (14) Aslî maddenin üstte belirtildiği gibi, birinci özelliği (yani onun mahiyetinin birinci özelliği) budur. (14) Fakat parmağımızla kalemi ittiğimiz zaman onun buna derhal cevap verdiğini, yani bir aksiyona karşı hemen reaksiyon gösterdiğini de gözlemleriz. (14) Burada onun, parmağımıza karşı bir mukavemeti (direnci) mevcut olmasaydı, hareket etmesi de mümkün olamazdı. (14) O zaman parmağımız, mesela duman içinde yürüyen bir cisim gibi geçip giderdi. (14) O hâlde kalemde, kendisi hareketsiz olmakla birlikte, dışarıdan gelen herhangi bir harekete derhal cevap vermek imkânı da mevcuttur ki, bu da onun ikinci özelliğini oluşturur. (14)

İşte kendi kendine harekete geçme kudreti olmayan, daha doğrusu kendisinde hareket bulunmayan atalet hâlindeki aslî madde de; dışarıdan gelen herhangi bir tesire cevap verip o tesir yönünde hareket etmek imkânına sahiptir. (14) Her ‘hareket’ de “kendisine mukavemet yüzeyi oluşturabilecek, yani kendisiyle sempatize olabilecek diğer maddelere karşı bir tesir” anlamı na geldiğine göre, bu bilgi şu formülle ifadelendirilebilir: Kendisi hareketsiz, şekilsiz ve tesirsiz olan ve kendi kendine hareket etmekten âciz bulunan aslî madde; dışarıdan kendisine gelen her tesire karşı, o tesirin şekli, yönü, derecesi ve şiddetiyle oranlı olarak harekete geçme ve etrafındakilere tesir etme kabiliyetine sahiptir. (14) Yani maddede kendiliğinden enerji çıkarmak kudreti olmamakla birlikte, dıştan gelen tesirle hareket etme ve enerji tezahürü gösterme imkânları mevcuttur. (14)

Dışarıdan gelen bir tesirle aslî maddede meydana getirilen “reaksiyon”, yani o “tesirin karşılığı olan hareket”, o tesir kesildikten sonra devam etmez. (14) Bu, yine üstteki kalem örneğiyle daha iyi açıklanabilir: Hareketsiz duran kaleme parmağımızı yavaşça dokunduralım, çok hafif bir basınçla onu itmeye başlayalım! (14) Elimizi durdurduğumuz zaman onun da hemen durduğunu, tekrar eski hareketsiz hâline döndüğünü görürüz. (14) Şu hâlde bu kalem, ancak parmağımızın tesiri sürdüğü sürece hareket hâlini korumakta, bu tesir ortadan kalktığı anda da hareket imkânını kaybetmektedir. (15) Parmağımızla ona güçlüce bir fiske vurduğumuz takdirde de, kalem ancak bu fiske tesiri sürdüğü sürece hareket eder, tesirin şiddeti kaybolunca yine durur. (15)

İşte, aslî maddenin (aslî maddenin mahiyetinin) üstte belirtilen iki ana özelliği ya da niteliğine bu realite de eklenerek denilebilir ki, kendisi âtıl ve hareketsiz olan aslî madde; ancak dışarı dan aldığı ‘tesirler’le harekete geçebilir (birinci özellik), bu tesirlerin devam etmesi boyunca hareketini muhafaza eder (ikinci özellik) ve tesirler ortadan kalkınca da tekrar aynı hareketsiz, âtıl hâline döner (üçüncü özellik). (15) İşte bu şekilde, insanların dünyada ‘madde’ diye gördüğü şeyler, aslî maddenin kendisi değil, tesirlerle ilk harekete geçtiği andan itibaren almış olduğu çeşitli şekil ve durumlardaki “hâl”leridir. (15) Yani aslında bu şekil ve hâller; aslî maddede mevcut hareket imkânlarını kullanan dış tesirlerin çeşitli tezahürlerinden ibarettir.(15) Bir başka deyişle, her tesir, “uyuklayan ve kendi kendine uyanması mümkün olmayan, maddedeki hareket kabiliyeti imkânları”ndan birini uyandırmaktadır. (15) İşte maddelerin böyle, türlü tesirler altında, türlü hareketlere geçerek, türlü hâller almasına, “maddelerde meknuz imkânların gerçekleşmesi” denir. (15)

Aslî tesirin yansıtıcılığı, amorf maddeye inişi ve bir ruhun madde kâinatına iştirak etmesi

Madde kâinatı’nın bu aslî cevheri (Kâinat cevheri) kendi kendine hareket etme kabiliyetinden yoksun ve âtıl hâldedir ve dıştan tesir almadıkça kendiliğ inden hiçbir hareket yapmaya muktedir değildir. (15) Fakat bu amorf ve âtıl (hareketsiz) cevherden sonsuz hâl ve şekiller meydana gelerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinat oluştuğuna göre, bunları meydana getiren cevherüstü hakikatlerin (Kâinatlar-üstü hakikatler) mevcudiyetinin kabul edilmesi gerekir ki, işte insanların ‘ruh’ dedikleri şey, bu cevher-üstü hakikatler arasında bulunmaktadır. (15, 16) İşte bu amorf ve âtıl cevherde, sonsuz hâl ve şekilleri meydana getirerek çeşitli realiteleriyle koca bir kâinatı oluşturan şey, ona dıştan gelen tesirlerdir: Bu tesirler, hem ruhlar âlemini, hem kâinatları içine alan (onlara şâmil) ve onlara hâkim olan, ruhların tekâmül ihtiyaçlarını bir ayna gibi, kâinat cevherlerine ve kâinat cevherlerinin de bu ihtiyaçlar karşısında gösterecekleri reaksiyonları, tekrar ruhlara yansıtan, ‘Aslî Prensip’ten gelen tesirlerdir; daha doğrusu, O’nun kâinatımızda “tesirler” tarzında tecelli ve tezahür eden (Ruhmadde endirekt ilişkisi) yüksek kudretidir. (15, 18, 38, 63, 20)

Kâinatta tekâmül tatbikatına ilk başlayacak bir ruhun bu tatbikata ait ilk durumları kâinatın amorf hâllerine bu ‘aslî tesirler’le yansıtılır. (38)

Bu tesirler, mahiyetini hiçbir vakit anlayamayacağımız, hatta sezemeyeceğimiz Aslî Prensibin icap (Aslî icap) denilen kudretinin kâinatımıza ait, ruhmadde durumları üzerindeki ifadesi ve tecellisidir. (38) Ruhların ihtiyaçlarını kâinatlara taşıyan bu tesirler, ‘düalite prensibi’ ve değer farklanması mekanizmasıyla maddede ilk hareketleri meydana getirirler. (38) Kâinattaki ‘hareket’ler, ruhların kıpırdanış ve davranışlarının bu ‘tesirler’ kanalıyla madde teşekkülleri (şekillenmeleri, oluşumları) hâlinde tecelli eden sembolik birer ifadesidir. (38)

Böylece kâinata ilk giren acemi ruhlara ait tesirler, devamları boyunca eriştikleri sahalardaki ilk maddelerin o anda, o ruhlara birer gözlem sahası olmalarını sağlarlar. (38) Bir ruhtan gelen endirekt tesire karşı maddenin hareketler hâlinde verdiği cevaplar, yine o tesir kanalından dönerek aynı ruha yansırlar. (38) Böylece, Aslî Prensibin icaplarına tâbi olarak ve o kudretlerin yardımıyla bir ruh ile maddelerin endirekt ilişkisi (Ruh-madde endirekt ilişkisi) kurulmuş olur ve o ruh bu suretle maddeden alacağını o an için almış bulunur. (38) Bundan sonra o ruhun yeni ihtiyaçlarına göre, ya aynı madde kademesinde ya da daha üst bir madde kademesinde bulunan diğer maddelerde aynı tarzda ve aynı yollardan gözlemleri devam eder. (38)

İşte Aslî Prensip’ten gelen tesirler böylece, ruhların ihtiyaçlarına göre, kâinatın bu amorf cevherini harekete geçirir ve orada madde cevherinin sonsuz varyetelerini şekillendirirler. (20)

Ruhun ilk tekâmül safhasını geçirmek üzere iştirak ettiği amorf ortam

Ruhun kâinatla ilk iştirakinden, maddenin ‘ilk hidrojen atomu’na gelmesine kadar ilerlediği bu ilk safhada, maddelerde, âlemimizde (Hidrojen âlemi) görülen hareket ve şekillerin hiçbiri yoktur; bu, maddelerin âlemimize nazaran şekilsiz, amorf, darmadağınık bir hâlde bulunduğu bir ortamdır. (40, 39, 41) Mekânik tekâmül prensibinin hâkim olduğu hidrojen atomu-altı safhası denilen bu ilk safha (Hidrojen-altı safhası); sonsuz, karanlık, dağınık ve amorf bir ortamdan ibarettir. (41) Bu safhada yalnız mekânik tatbikatlarını görmek için bulunan ruhlar, henüz maddeleri toplayabilecek kudrete erişmemişlerdir. (41) Dolayısıyla bu basit ruhlar, bu ilkel ortamın darmadağınık, şekilsiz maddeleri içinde hiçbir maddeye bağlanmadan –aslî kaynakların (Aslî Prensip’le ilgili kaynakların) yüksek icapları ile– o maddeden o maddeye atlamak suretiyle sürüklenip giderek sonsuz, mekânik ve insanlar için anlaşılması mümkün olmayan ilkel bir tekâmül yolunu izlerler. (41)

Hidrojen-altı safhası

Madde

Kâinat cevheri

Hareket

Ruh

Âlem aslî maddesi

En basit madde

Kompleks madde

Aslî tesirler

Tesirler